Toplu taşımalarda, insan davranışlarında eski bayramları arayıp bulamanın hüznüyle
seyahatlerimiz olageliyor çaresiz. Burası İstanbul diyelim, başkaca da bir söze gerek yok... Metro, metrobüs, tranvay, otobüs ....Vay anasını biri de Türkçe değil ya! Biz atları evcilleştirmişiz en son ulaşıma katkı için. Sonra tıkanmış mıyız ulaşmak istediğimiz yer mi tükenmiş Anadolu ya çöreklenince bilinmez. Eeee haksız da değiliz. Kim olsa Anadolu dan sonra başka yurt istemez...
Metrobüs maceramızın adı. Biz Anadolu çocuğuyuz, çok işimiz düşmüyor ama bugün düştü. Zicirlikuyu nun kuyusunda olan durağını yine keşfetmek zorunda kaldık. Sormayın ne inşaatı var yine bilmiyorum, kıyısından yayalara patika üretmişler bulduk,dönüşler yaptık, sorduk,indik, çıktık, ulaştık. Gişelerden geçip BZ34 kod adı araca bindik. Sorumlu vatandaş akıllı bilet önü işgal eden kadının sağından solundan alete ulaşıp okutma yapmaya çalışarak okuttum ki isyan... Yok yetersiz bakiye değil, şoför " okutmayın gişede okuttunuz ya" diyor. Ne, niye, onu mu düşünecektim, otobüse binince okutuyoruz işte, bunun Avrupa versiyonunda her kapıdan binip ortalarda bulup okutuyorsun, okutmazsan ceza gecikmeden uygulanıyor. Biz de yakalarsan... ama vatandaşlık işte, kanımıza işlemiş. "Aleti ayarlatsaydınız, iki kere okumasaydı" diyorum. İşgalci kadın, öndeki koltuğun buçuğuna sığışmış adam "geçerken okuttun, sen bileceksin" ukalalıkları sergiliyor. Ben "kırk yılda bir kullanınca bütün metrobüs kültürünü öğrenmeye stajyer kalıyorum" ayakları yaptım, aslında el yordamıyla yaşadığım memleketimin açıkgöz vatandaşı olmadan kazık yemeyeceğin bir düzeni oturtamadığına isyan ediyordum.
Tıklım basa otobüs arka ortalarda tutunacak yer... önümde körük kısmını kapatmış bir pano keşfediyorum: Allah allah, sanırsam biri körük bıçaklayarak intihara yeltendi, önlem aldılar sanırsam" diye düşünürken, genç bir hanım ters koltuktan kalkıyor bana buyrunlayarak yerini. İnecek sanıp teşekkürlerimle koltuğa kuruluyorum. İnmiyor, ayaktaki yerime konuşlanıyor." İnmeyecek miydiniz, bana mı yer verdiniz, hiç gereği yoktu, teşekkür ediyorum". Aklımda soru fırtınaları " ben o kadar yaşlı mıyım, saçımdaki beyazları mı gördü, elbiseli şapkalı şık halime mi bu iltifat, taaa binişteki diyaloglarımdan acemiliğime mi acıdı da garibim iyi hatırlasın rahat gitsin metrobüste fantazileri mi". Sakin ol, sakin, sakin.... Bu bir üniversite öğrencisi genç kız. Normal bir davranış yapıyor. Olağanüstü iyilik rüzgarları da estirmedi. Üstelik önünde durduğu panoyu yerinden oynatıyor, sahipleniyor. Yanımdaki bey kalkınca cam kenarına kaykılıyorum, evet bu bir resim tablosu. Gelişigüzel üç renkli sütunlu bir resim var, tamamını göremiyorum. Demek ressam adayı kızımız. İşte yakıştırmam tamamlandı. O aradığımız genç kitlelerin olası davranışlarına sanatkar ruhlular sahip, henüz kaybetmemiş. Altın madeni bulmuş kadar sevindirik oldum.
Dönüşte tıklım tıklımın tıkabasası metrobüs sonrası mütevazı Anadolu yakasındaki bölgemde otobüsle yolculuğuma devam.... Sorumlu vatandaş örneği, alt geçitte yoğun akan su patlağı için İSKİ aranıyor tarafımdan. Malumatları varmış, birileri haber vermiş, yalnız değilim demek.... Otobüs boş umarken elbette tıkabasa başladık. İnsanları yararak orta bölüme ulaştım. Yaşlı vücudundaki eğrilikten omurga sorunu olduğu belli teyzem iki koluyla tutamağa sarılmış yoculuk etmekte. Hemen sağ arkamda dengesini sıkça kaybeden iki dost dinç kalmayı başarmış hanım var. Ön sırada oturan genç hanımlar telefonuyla haşırneşir, yanındaki örtülü genç hanım da bir sınıf üstte aristorat aileye mensup edasıyla çevreyi süzüp koltukla nikah tazelemekte... Yazık, diyorum. Teyze usulca "ben kimseyi rahatsız etmedim, söylemedim diyor. Şimdiki gençler böyle. Hep kendilerini düşünüyor, birbirirne bakıp hiçbirir yapmıyor, ben torunlarıma bile söz anlatamıyorum, boş ver ne yapacaksın" diyor. "Bizim suçumuz" diyebildim, o kadar. Söz verdiğim gibi ineceği durağı hatırlatarak tatlı teyzeyi salavatladım. Arkalarda ters koltuk bir yer boşalmış geçtim oturdum. Biraz telefona dalmışım, sesler yükseldi.Sakallı bir amca ailenin biriyle bağırışıyor, bir kız çocuğu korkudan ağlıyor. Genç bir delikanlı oraya ilerledi. Amcaya geç otur diye yer gösterip"uzatma" telkinlerinde bulundular diğer yolcularla ama nafile. Amca "ya benim yaşım, ben haksızlık yapanın yanına oturmam, sen terbiyesizsin, nasıl görmedi" naralarıyla inletiyor otobüsü. Delikanlının sabrı taştı "oturacaksan gel otur şuraya, yaşlı maşlı demeyeceğim şimdi" diye höykürünce kesti sesini . Bana yakın koltuğa oturdu. Ama önümde ayakta duran ince genç bayanın "haklısın oturmak istiyorsun, ama niye bağırıyorsun. Güzellikle söyleyebilirsin, memleketin derdi de bu. Kimse güzel anlaşmıyor artık, yapmayın böyle" deyince alevlendi yeniden "sen sus, kurumuş kalmışsın zaten, daha fazla kuruma" lakırdıları. Kızcağız gülerek sustu "elini pışpışlayarak "sen güzel konuştun" dedim. Aradan nice durak geçti inmeye yaklaşıyoruz. Dert edindiği belli bir bey de geldi adama "yaşından başından utanmadın, 8 yaşındaki çocuğa söylediklerinle, dua et omuzumdan yeni ameliyat oldum, yoksa ben sana öğretirdim ama...." "ne yapacaksın, inelim yap, ben kaç yaşındayım o 8 yaşında da..." Geldik, indim, beyefendiyle. "Anlayacak olsaydı bu yaşta onu yapmazdı, boşuna çaba harcamayın, kimileri ıslah olmaz." dedim. Bence de böyle ortalık vaveylasıyla istediğine ulaşmaya çalışanları yanlız bırakıp güleceksin çemkirmelerine. Çocuk deversinde takılmış amca, cildi kırışmış, sakalı ağarmış olabilir. Akıl yaşı denilen şey bambaşka... Aslında kimlikleri buna göre ölçüleyip verseler ve toplumda hak sorumluluklar buna göre dizayn edilse. Gerçekten aynada kendisini gören insan sıfatı olduğuna kanaat edip her tarafa hırlayabiliyor.
Nihayeti işin, bir günde seyehat maceraları Evliya Çelebi'nin 40 yıllık serüvenine döndü.
Comentarios